Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Kameralar hazırsa özür dileyeceğim

Ayrıntı önemlidir. Gerçekte ne olup bittiğini ancak ayrıntılara dikkat ederseniz öğrenebilme ihtimaliniz vardır. Yoksa etrafımızı saran enformatik bataklığa saplanıp kalırız.

Günlerdir kamuoyunun önüne bir “özür diliyorum kampanyası” ateşten bir top misali atıldı.

Özür dileyenler, dilemeyenler.. Ortalık toz duman.

Kampanyayı bir grup entelektüel başlattı. Son dönemde bizim entelektüellerin bir kısmının kendi toplumunun sorununu çözmek, önünü açmak yerine sürekli sorun çıkarması bilmem dikkatinizi çekiyor mu?

“Entelektüel” konusu hep tartışmalı olmuştur. Toplumsal sorumluluk duymalı mıdır yoksa sorumluluk kavramına mesafeli mi durmalıdır?

Her iki tartışma argümanı da saygıya değerdir. Ne var ki “özür kampanyası”nı başlatanların entelektüellik düzeyi kampanya başlatınca karşıtını da daha güçlü şekilde oluşturacağını öngörmelidir.

Öyleyse bu kampanyayı başlatanlar için ya “barışçı ve sorun çözücü değil, tam aksine sorunu çözümsüzleştirmeye katkıda bulunmak istiyorlar” diyebiliriz, ya da onları “öngörüsüz” olmakla suçlayabiliriz ki bir entelektüelin bu kadar öngörüsüz olabileceğini ben kabul etmem.

Hatta ve hatta aynı entelektüellerin “bugünün gerçekleriyle tarih yazılabilir ama yargılanamaz” basit bilgisine sahip olmadıkları da düşünülebilemez.

Demek ki kampanyayı başlatanlar, öngörüden ve “tarih bilgisi”nden yoksun olmadıklarına göre onlar için “sorun çıkarıcı” diyebiliriz.

Peki de neden?

Çünkü onların kendilerini yaşamın içinde konumlandırmaları “medya entelektüeli” kavramına denk düşer. Bourdieu ünlü “Televizyon Üzerine” kitabında onların “eserlerine güvenemedikleri için televizyon ekranlarına mümkün olduğu kadar çok çıkma peşinde olduklarını” söyler.

Çünkü onlar için “Var olmak televizyonda görülmektir.” Yeterince medyatik “özür dileme” kampanyasını başlatanların ekranın içinde yaşayanlar olduğu zaten ortada.

Sürekli medyatik dolayısıyla da “çatışmacı” konularla anılmaları entelektüel kaygıdan çok medyanın ilgisini çekme çabalarını açıklamaz mı?

Bu ekran egosu belki de kendi yaşamlarında bu kadar kolay özür dileyen insanlar olmamalarını da açıklayabilir. “Kamera varsa özür dilerim, yoksa özrü unut!”

Onların topluma ve bilime katkı yapmaktan daha çok istedikleri şey, kameraların ilgisini daha fazla çekebilmektir. Kameralar garanti değilse özür falan akıldan geçer mi kuşkuluyum.

Tüm bu yazdıklarım “özür kampanyası”nı başlatanlarla birlikte ilk imzaları atanlar için geçerlidir. Sonradan o kampanyaya dahil olanlar ise medyatik entelektüellerin çekim alanlarına kapılmaktan ve onlar tarafından tecrit edilme korkusundan öte bir anlam taşımazlar.

Onun için bilim yapmakla film yapmak arasındaki farkın altı çizilmelidir.

O KADAR YAKIN O KADAR UZAK BİR ADAM

Geçen hafta genç bir adam öldürüldü, İstanbul’un sokaklarında, gece hayatının tam ortasında…Engin Temel’miş adı…

Güzel mi güzel bir adam. Çekici mi çekici bir erkek. Bakımlı. Karizmatik. Yunan Tanrıları gibi kusursuz ama bir o kadar gerçek.

Öldürülmüş. Böylesi bir adam ya tutkudan öldürülebilir ya kıskançlıktan. Yani akıl baştan gittiği için öldürmek isteyebilir katili. Ya da sudan bir nedenle…

Tüm sıfatları bir yana, “bir babanın haylaz oğlu” olması yeter tanımlamaya.

O öldükten sonra o güzel bedenin tadını çıkardı medya. O öldükten sonra öğrendik kısacık yaşamındaki ayrıntıları.

Kadınlarla dolu bir yaşam. Ona dokunma, sokulma çabasında olan kadınlar. Onu almak, ona sahip olmak isteğinin dışa vurulduğu bakışlar dolu etrafında.. Güzelliğe tutku…

Özel bir fotoğrafında gördüklerimdi beni en çok etkileyen, bu yazıyı bana yazdıran. Bir genç kız Engin’i dudağından öpüyor, ihtirasla. Genç adamın bakışları o kadar uzak ki, o kadar yakın pozisyonda...

Uzağın ne olduğunu anlıyorsun. Cam gibi, buz gibi çarpıyor yüzüne. Mesafelerle ilgisi yok uzağın. Aynı yatakta, aynı koltukta, aynı evde, yan odada ya da yan masada olmakla ilgili değil uzak..

Bazen çok yakınındayken biri çok uzakta buluyorsun kendini, bazen çok uzağındayken bile soluğunu yüzünde hissedebiliyorsun.

İki insan arasında kaç kilometre olduğuyla hiç ilgisi yok. İki yürek arasındaki mesafeyi ölçmeden yanıt veremezsin, ne kadar uzak?

AKLIMDA KALAN

Aydınlarla toplum arasındaki önemli ilişki: 11 Şubat 2008’de, “Aydınları Kullanma Kılavuzu” başlıklı yazımda Prof. Dr. Metin Kazancı’nın bir değerlendirmesine yer vermiştim. Bugün bir kısım aydınların (!) yaşattığı ve yarattığı tartışmalar o değerlendirmeyi yeniden hatırlattı bana. Değerli hocam Prof. Dr. Metin Kazancı şöyle diyordu: “İnsanla hayvanı ayıran iki temel özellik var. Hepimizin bildiği gibi biri akıldır, diğeri ise başparmaktır. İnsan başparmağı sayesinde bir şeyi tutabilir. Hayvanlar ise tutmak yerine kavrar. Dolayısıyla insanlık için başparmak önemlidir. Aydınlar da toplumun baş parmağıdır. Eğer başparmağı kaybedersek halimiz fenadır!”

(Haberturk.com 19.12.2008)