Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

"Benden başkasını öpme!"

Adamın biri Başbakan Erdoğan’ın arkasından sesleniyor: “Başbakan'ım sizi öpebilir miyim?” Adamın adamı öpmek istemesi olsa olsa içinde büyüttüğü sevgiden olsa gerek. Başbakan duraksıyor.
Adamcağız ısrar etmeye devam etmese öpüvermişti Başbakan'ı. Acemilikten olsa gerek ısrar ediyor. Bu ısrar Başbakan'ı işgillendirmiş olacak ki yanağını uzatmak yerine, cevap veriyor:
“Hatun benden başkasını öpme diyor!”
Sesinde hayli haylaz bir ifadeyle hem de…
Öptürmeden çekip gidiyor. Hep öyledir zaten. Siz ne kadar çok öpmek için ısrarcı olursanız, öpmek istediğiniz kişi sizden o kadar uzağa gider.
İlişki dediğiniz şey iki yüzlülük sever. İsteyeceksiniz ama istemiyor gibi yapacaksınız. Seveceksiniz ve sevmiyor gibi yapacaksınız.
Öleceksiniz ona dokunmak için ama kendinizi bir o kadar uzak tutacaksınız.
İçinizden geldiği gibi davranmaya devam ederseniz samimiyetinizin ödüllendirileceğini sanıyorsanız çok yanılırsınız çok!
İşte Başbakan'ı öpmek isteyen adamın başına gelen de bu. İçine düştüğü psikoloji de bambaşka bir yazının konusu.
Bence Başbakan'ın bu cümlesi bunca yıl içinde ağzından çıkan en güzel sözdü.
Bizim siyasetçilerin hiç sevmeyen, sevişmeyen, hiç öpmeyen, öpüşmeyen, duvar tipi adamlar gibi durmalarını yerle bir eden söz.
Özel alanın kamusal paylaşımında yeni bir deneyim. Şeffaflaşmanın mahrem alanın kapısına gelip dayanması da denebilir.
Tabii bu durumun bir tehlikesi de yok değil. Başbakan'ı örnek alan siyasetçilerin kanal kanal gezip “talk show”larda özel hayatlarını ortaya sermesi yakındır.
Not: Bu söz hafiften karizmayı sarsmış olsa da ara sıra karizmanın hafiften sarsılması insanı daha sahici yapar.

YA DANS BİLMİYOR YA DA HAYATI YAŞAMIYOR

Cumhurbaşkanı “Dans eder misiniz?” sorusuna şöyle yanıt vermiş: “Hayat zaten bir dans!”
Cumhurbaşkanına daha yaratıcı sorular sorulabilir halbuki. Dans etse zaten göreceğiz.. Yok, gizlide dans ediyorsa, o da kimseyi ilgilendirmez.
Soruda zeka pırıltısı olmayınca yanıtta da insan pırıltı aramıyor haliyle. Pırıltısı olmasa da hiç değilse sıra dışı olsun diye yanıt “Hayat zaten bir dans” oluvermiş.
İnsanın “Ya dans etmeyi bilmiyor ya da hayatı yaşamıyor” diyesi geliyor.

MÜDÜR GÖKÇEK’İ ANIMSATMIYOR MU?

Artık kimse şaşırmıyor. Doğalgaz faciasından sonra şimdi olmayan müdürün açıklamasında herkes Müdür Beyin söylediklerine takıldı, kimse bu nitelikte biri nasıl olur da o göreve getirilir demedi.
Kimse ama kimse “bu nitelikte bir adam nasıl olur da o işi yapar?” diye sormadı. Varsa yoksa adamın ağzından çıkanlar sorgulandı.
Çoktandır bu böyle. Çoktandır cehalet makamla ödüllendirilir bir değere dönüştü bu ülkede. Çoktandır liyakat, yükselmelerde aranır nitelikler arasında yok.
Ve biz çoktandır bu tip durumları sorun etmez, umursamaz olduk. Halkın en dibinden birilerini getirip işin başına koymalarını “çevrenin merkeze yerleşmesi” gibi tanımlarla olumlar olduk.
“Bu işi yapmaya uygun mu?” sorgulamasına girenleri “elitist, seçkinci”, “halkı aşağılıyor” diye dışlar olduk.
Başkent Doğalgaz’ın Müdürünün basın toplantısı ülkemin bu durumunun hem bir özetini hem de bütününü gösterir gibiydi.
Liyakat denen şey elinde boru, yüzünde almaz, aldırmaz bir ifade, saygısız bir kılık kıyafetle işi “idareten” yaptığı ayan beyan ortada olan o adam işte.
Türkiye’nin yönetimi ağzından çıkanı kulağı duymayan bir adamda somutlanmış duruyordu karşımızda.
Bize o adamı layık bulan Gökçek “Müdür bey tecrübesiz, ifade özürlü” diyerek mazeret göstermiş bir de.
Başkanın ifade özürlü olduğu yerde müdürde fark arayanda suç.

AKLIMDA KALAN

7 üniversiteli gencin ölümü: Yeni yılın ilk saatlerinde “Ankara’da 7 üniversiteli genç doğal gaz kurbanı” haberini alınca acı bir telaşa düştüm. Hangi üniversitedendiler? Benim öğrencilerim miydiler, benim çocuklarım mı? Tanıyor muydum? Yılın son günü gözlerinin içine baka baka ders anlatıp, ders sonunda mütevazı bir partiyle yeni yıl kutlaması yaptıklarımız mı? Onlar mı? Sonra öğrendim ki onlar, benimkiler değilmiş. Bu bilgi içimdeki sızıyı, üzüntümü eksiltmedi. Çünkü onlar birbirine benzerdi. Tanısam da, tanımasam da.. Gençtiler. Yaşama bağlıydılar. Umutluydular. Gençtiler… Gençtiler… Yalnız olmayı sevmezdiler. Yaptıkları işi birlikte yapmak, yaptıkları işten önce gelirdi. Bir yılbaşı gecesi ailelerinin en emin yer sandıkları bir evde birlikteydiler. Birlikte gittiler. Apartmanın önünde acıyla bağıran bir kadının, bir annenin, bir ablanın çığlığı kulaklarımda hala: “Gittiler mi?!!” Kuşku yok ki “öldüler mi” demekten daha katlanılabilirdi “gittiler mi” demek. Gençlik gitmeye yakındır, ölmeye uzak...

(Haberturk.com 05.01.2009)