Nuran YILDIZ

Radikal İki - Arşiv

Hükümetin iletişim sorunu

Hükümet ne istiyor? Ne istiyorsa bunu Türkiye ve dünya kamuoyuna doğru biçimde anlatamıyor. Savaş istemiyorsa bunu sokaklarıyla, medyasıyla gösterebilir

Belki de Türkiye turizmine en çok hizmet edecek olan slogan "Türkiye sürprizler ülkesi" olmalı. Şaşırmak bile artık sıradanlaşıyor o kadar çok sürpriz var ki, hangi alanda ne kadar çok isterseniz. Ama ben bu şaşırtma silsilesine kendi alanımdan, stratejik iletişim alanından örnekler vermek istiyorum.
Bir gece bakıyorsunuz (seçim gecesi) yüzde 35'lik bir oranla AKP'nin açık ara seçim kazandığını görüyorsunuz. Şaşılacak olan bu değil, elbette kamuoyu araştırmaları bu sonucu haber veriyordu. Hoş, herhangi bir demokratik ülkede daha kuruluşunun üzerinden iki yıl geçmeden bir partinin bu oranda oy alması şok edici olsa da bizim için sıradandı. Ama şaşırtıcı olan başka bir şeydi; AKP seçim iletişimini son derece profesyonelce yöneterek seçimleri kazanmıştı. Bilen bilmeyen herkes bu durumu tepki oyu olarak açıklasa da bu oranda tepki duyan bir seçmen kitlesinin sokaklara dökülmesi gerekmez miydi? Ya da bu tepki oylarının son 3.5 yılını parlamentonun dışında (adeta bir ağaç gölgesinde dinlenircesine) geçirmiş olan CHP'ye gitmesi gerekmez miydi? AKP'ye oy veren bu yüzde madem tepki gösteriyordu neden CHP'ye yönelmiyordu? Onlar da şaşırmış olabilir miydi? Tepkili/tepkici seçmenlerin profilleri çok mu sağda tanımlanıyordu? Elbette durumu sosyopolitik, sosyo-psikolojik ve hattâ ekonomi-politik gibi dual biçimlerde açıklamak mümkün. Ancak bu oylara tepki oyu deyip arkanızı dönüp yatmak kolaycılık. Bu sonuçların bilimsel analizleri yapıldıkça tepkinin ne kadar küçük bir oranda kaldığı görülecek. Ama önce olayın soğuması gerekecek. Burada bu konuyu bırakalım ve asıl şaşırma meselesine dönelim.
Bilen bilir, gerek AKP lideri gerekse ekibi Türkiye'deki seçmeni tetikleyen
sosyolojik ya da psikolojik gerekçelerin farkındaydı ve iletişim yönetimiyle onlara adres olabildiler. Önceleri olumsuz olarak sunulan pek çok kavramı, seçim yaklaştıkça kendi lehlerine kullanmayı başardılar. Önceleri "Tayyip" tanımlaması altında ezilen Erdoğan, seçimin yaklaştığı günlerde kalabalık meydanlara "ben Tayyip" diyecek kadar meydan okuyucuydu. Herkes parti tarafından hazırlanan mesajlara uyuyordu. Zaten bir şey yapmaları da gerekmezdi, geminin amirali bazen uzmanların yardımıyla bazen kendi "Kasımpaşa" deneyimleriyle, sokakların nabzına göre şerbet veriyordu. İşte bu şaşırtıcıydı. Geldiği yer, seslendiği hedef gruplar açısından bakıldığında acemilikler yapmaları beklenirken, amiral tutarlı, devamlı ve sürekli yükselen bir grafikle gemiyi kıyıya yaklaştırıyordu. CHP ki, entelektüel, uzman üyelerinin çokluğuyla asıl profesyonel çalışması beklenirken şaşırtıcı bir biçimde acemilikler yapıyordu.
Ve sonuçta o iletişimi profesyonelce yönetilen AKP'den, başarılı bir hükümet iletişim yönetimi beklenirdi. Oysa şaşırtıcı biçimde kurulduğundan bugüne hükümetin iletişim sorunu ve acemilikleri devam ediyor.

İletişimini yönetemeyen batar

Türkiye'nin en zor koşullardan büyük bir iyileşmeyle çıkmasına neden olan ve yalnızca bu nedenle sandığa gömülen koalisyon partilerinin iletişimlerini yönetmede başarısız olmaları değil miydi bu sonuçları yaşatan? Ama şaşırtıcı olan en başarılı hükümetin en kötü oyları alması değildi, belliydi ki iletişimini yönetemeyen bir hükümet tarihsel başarılar da gösterse sandıktan çıkamazdı. Şaşırtıcı olan kimsenin bunu umursamamasıydı. Su alan bir gemide bulunanların filikalara baka baka sulara gömülmesi gibi bir şeydi bu.
Belki Erdoğan, büyük olasılık kendinin yönettiği iletişim işlerini kendi başbakanlığına saklıyor. Yoksa seçim sürecindeki başarıları hükümete taşıyamamanın şaşırtıcılığı nasıl açıklanabilir ki?
Birileri Sayın Gül'e iletişimi yönetmek adına "her şeyi söyle" (öyle sansınlar), "hemen söyle" taktiklerini, -ki bunlar kriz iletişiminin taktikleri arasındadır-, söylemiş olmalı ki, şaşırtıcı biçimde sürekli olarak, her yerde konuşuyor. Hiçbir şey söylenmese de MİT'le yaptıkları toplantıları görüntüde kalsa da iletişim araçlarına açıyor. Şeffafız ya kameralar söylenmeyeni duyuyor olmalılar. AKP'de görmediğimiz iletişim acemilikleri AKP Hükümeti'nde görülüyor. Ali Coşkun'la başlayan, Meclis Başkanı'yla süren, Dışişleri Bakanı'yla uluslararası boyuta taşınan açıklamalar ortalığı toz dumana boğuyor. SSK ve Bağ-Kur emeklisine zam yapılıyor ama kimse bunun kaynağını, sonuçlarını plan ve programını anlatmıyor. Ya da Milli Eğitim Bakanı'nın YÖK'le girdiği konuşmaların kişisel mi hükümetsel mi olduğu anlaşılmıyor. Zaten Erkan Mumcu'nun alışıldık tarzı gereği ne zaman kendi adına, ne zaman hükümet ya da parti adına konuştuğu anlaşılmıyor. AKP ne Milli Eğitim Bakanı'nı destekleyen ne de reddeden bir açıklama yapıyor. Şaşırtıcı olan önceki hükümet birbirine hiç benzemeyen üç partiden oluşmuşken bu kadar karmaşık görünmezken, tek partiden oluşan bir hükümette iletişim karmaşasının sürmesidir. (CHP'nin şaşkınlık veren muhalafetinin ayrıntılarına hiç girmeyeceğim.)
Daha da önemlisi ve en şaşırtıcısı Irak'la savaş konularında sanki konunun tam da ortasına çekilmiş olan Türkiye değilmiş de, dünyanın başka yerindeki bir savaştan söz ediliyormuşcasına seyrediyor olmamız değil mi? ABD savaş arzularının iletişim çalışmalarına milyarlarca dolar harcıyorken; ne tesadüf İncirlik'teki askerler tam da savaş öncesi Adana'da bar açılışını yapıp sıcak ve bizden görünüyorlar. Başkan Bush savaşın asık ve çirkin suratını sevimli ve sıcak göstermek için Teksas'taki çiftliğinden sıradan bir adam gibi çalışırken görüntüler yolluyor. Hatta Irak bile savaş istemediğini anlatmak için çocukları sokağa döküyor, sanatçıların gösterileri için meydanları hazırlıyor. Bizde ise savaşın ekonomik sonuçları ve alacaklarımızın hesabı dışında, dünya ve Türkiye kamuoyunu biçimlendirmek için çok az şey yapılabiliyor. Yüzde 35'lik tepkiciler savaşa neden tepki duymuyor? Hükümetin "insanlar aslında ne ister?", "savaşta ölmek mi?", "barışta bedelini ödemek mi?" sorularının yanıtlarını araştırdığını umuyorum.
Türkiye savaş istiyor mu istemiyor mu kimse bilmiyor. Sokakların istemediğini bilmek yetmiyor "sokaklar yürümekle aşınmaz" geleneğinden gelen bir ülkede. Hükümet ne istiyor? Ne istiyorsa bunu Türkiye ve dünya kamuoyuna doğru biçimde anlatamıyor. Savaş istemiyorsa bunu sokaklarıyla, medyasıyla gösterebilir.
Genelkurmay Başkanlığı suskunluğunu koruyor. Türkiye'nin iletişimi en iyi yönetilen kurumu olarak Genelkurmay'ın bu suskunluğu çok dikkat çekici. Savaş öncesi lojmanların kirasını tartışmaktan öte, önemli açıklamalarla bu suskunluğu bozacak diye bekliyorum. Çünkü iletişimi iyi yönetilen bir kurum suskun kalmayı seçiyorsa söyleyecek şeyleri var demektir.

(Radikal İki 12.01.2003)