Nuran YILDIZ

Radikal İki - Arşiv

AKP'de bir şeyler oluyor

Belki bir dönüşüm, belki bir değişim, gittikçe azalan bir olasılık takiye, ne dersek diyelim AKP'de çok dikkatle izlenmesi gereken bir şeyler oluyor. Büyük olasılık bu bir kabuk değişimi, değişen kabukla birlikte dokudan da bazı parçalar gidecek.
Bir süredir Erdoğan'ın söyleminde fark edilen merkeze doğru mesajlar, görülen o ki derinden derine parti içinde de tartışılıyor. CHP'nin statükocu duruşunun tam tersine, değişimi tek parti olarak iktidar olmaya yetecek oya sahip bir sağ partide görmek yine Türkiye'ye özgü bir gerçeklik. Halbuki iktidar stabil olmayı, statükoyu getirir, oysa AKP'de böyle olmuyor.
Bir örgüt olarak siyasi partinin değişimi (ya da dönüşümü) yapısal ve söylemsel olarak iki alanda değerlendirilmeli. AKP'nin "Demokrat Parti'nin devamı" olmasına ya da radikal anlamda İslam'ı odak alan "Milli Görüş"ten "Bildenberg"e uzanmasına neden olan gerekçeleri iyi analiz etmek gerekir. AKP pastanın "Milli Görüş" payında SP'yle rakip olmak istemeyecek. Bu noktada SP ve Erbakan'la rekabet etmek mayınlı bir tarlaya girmek anlamını taşır. Milli Görüş kavramları üzerinde hak iddia etmek aynı zamanda diğer "kurumlarla" ilişkilerini gerebilir. Yapısal değişimin en önemli parçası da yeni bir kimlik belirlemek ve o kimliğin doğrultusunda
çalışmalar yapmaktır. Erdoğan'ın en yakın çalışma arkadaşlarından Ömer Çelik'in Mayıs başında kamuoyuna sunduğu tartışma "resmi ideolojinin demokrasiyle ilişkilendirilmesi" ya da "dar ve katı tanımlanmış bir resmi ideolojinin" siyasete getirdiği kısır döngü tartışmasını rastlantı olarak değerlendirmek büyük bir hata olur. Düne kadar çoğumuzun alaycı bir gülümsemeyle ciddiye almayarak dinlediği Erdoğan'ı (bu ve benzeri tartışmaları açanların çok yakın çalışma arkadaşları olduğu düşünüldüğünde)
çokça ciddiye alma zamanının geldiğini gösteriyor.
Eğer birileri merkezin sınırı burada bitti, bundan sonrası sola doğru bir kaymadır diye hatırlatmazsa bu dönüşüm ve yelpazedeki ilerleme solun derinliklerine kadar sürebilir. Siyasi merkezi tanımlama çalışmaları da bunun bir devamıdır. Erdoğan ve AKP arasındaki ilişkinin giderek hükümete de yansıdığını gösteren son Antalya toplantısı mercek altına alınacak kadar önemlidir. AKP'nin değişiminin ikinci önemli alanı söylemle ilgilidir. Bir partiden söz ediyorsak onun kimliğinin sözcüsü de lideridir.
Diğer partililerin söylediği her siyasi söz liderin söylediklerinin açılımı olmak durumundadır. Başka bir deyişle lider diğerlerinin söyleyeceklerinin ana yapısını özetler, yol gösterir. Siyasi parti herkesin
canını istediğini söyleyeceği bir çatı değil düşünceleri kristalize eden, kategorize eden temel yapıdır. Bu demokratik bulunsun bulunmasın, parti disiplinlerinin önemli bir parçasıdır ve disiplinsiz partilere de parti yakıştırması yapılamaz. (Sol'un en büyük sorunu da söylemsel olarak iki uçta gidip gelmesi değil midir; ya özgürlükler adına her kafadan bir söz çıkar, kakafoni ve klikler oluşur ya da kimseden çıt çıkmaz.)

Artık adı Mustafa Kemal

Erdoğan AKP'de düşündüğü kimliği belirleyecek yapıyı oluşturmak için önce her kafadan bir ses çıkmasının önüne geçerek, konuşma yasağı getirerek başladı. O kadar ki açıklamalarıyla tartışmalar yaratmalarına alıştırıldığımız bakanlar bile büyük bir sessizliğe gömüldü. Değişimin işaretlerini görmek ya da analiz etmek isteyenlerin Erdoğan'ın konuşmalarını dikkatle izlemesi gerekir. İki farklı konuşma üslubundan söz edebileceğimiz Erdoğan'ın gündelik, plansız konuşmalarında gördüğümüz özensiz tarzla, planlı, yazılı, hazırlıklı konuşmalarındaki tarz arasındaki farkın değerlendirilmesi değişimin takiye olup olmadığını gösterecek.
Antalya'da, "Mustafa Kemal Atatürk'ün vizyonu doğrultusunda demokratik ve laik bir Türkiye"den söz etmesi, bu niteliklere sahip tek bölge ülkesi olmasını söylemesi ya da Samsun'da yaptığı konuşmada "19 Mayıs ruhu"na yaptığı göndermeler önemli. Anıtkabir'i ziyaret etmeyi "puta tapma"yla eş tutmaktan ya da Atatürk adını "zikretmemeyi" bir siyasi gerek kabul eden bir noktadan yukarda sözü edilen noktaya gelmek keskin bir değişimdir(!). Burada salt Atatürk demekten "Mustafa Kemal Atatürk" demeye geçmek de önemlidir. Konuşma yazarları özellikle de liderlerin konuşmalarını yazanlar her sözcüğü özenle ve belirli bir sonuç için seçerler, yazılı metinle yapılan konuşmalarda her sözcüğün kendi başına bir anlamı vardır kendi başına "gösteren"dir her sözcük. Bu değişim merkeze doğru hızlandıkça, hızı kesilmeyip solun boşluğunu doldurmaya da talip olununca salt "Mustafa Kemal" adı da Erdoğan'ın konuşmalarında yer alırsa şaşırmamak gerekir. Erdoğan'ın "lider" olarak söylemi yapısal değişimi bütünlemek durumunda. AKP'de yapısal değişimle söylemin tutarlılığını sağlamak, birbirini bütünlemek ya da "kalabalık"tan "parti"ye dönüşmek için yapılan çalışmaların iki önemli aracı bulunuyor. Birincisi parti içi eğitimin yoğun olarak sürdürülmesi, ikincisi de partinin Türkiye'yi on bölgeye ayırıp tabanla ilişkilerini güçlendirecek bölge toplantılarına devam etmesi.
Burada AKP'yi bekleyen sayısız tehlikeyi anımsamak gerekli. Değişimi, söylemden uygulamaya geçirirken göstereceği içtenlik "takiye" şüphesini çözebilecek mi? Ya da bu oranda oy almış başka partilerin ve kişilerin çoğu zaman düştüğü "narsisus kompleksi"ne, kendine âşık olma tehlikesine düşecek mi? Kendini çok sevmek, onaylamak başkalarının sevmesine, onaylamasına yer bırakmamak değil mi? İdeolojik olarak farklı değer yargılarının bir partide olması bile gerilim ve çatışma yaratabilecekken, bunların aynı kişilerin zihinlerinde belirginleşmesi yeni çağın bir gereği de olsa, siyasi ifadelerindeki kaosun öne çıkması kaçınılmaz değil mi? AKP bireyin "her şeyden biraz" yönelimini keşfetmeye devam ettiği için, merkeze doğru ilerleyişinde (ya da kendilerinin ifadesiyle zaten hep merkezde duruşlarında) ülkenin diğer önemli kurumsal aktörlerinin bu dönüşümden tatminli olup olmadığına kafa yormak zorunda kalacak. Buradaki önemli ayrım "her şeyden biraz"cı bireyle bu kurumların beklentilerinin aynı noktada olup olmadığıdır. AKP'nin geleceği bu ayrım arasındaki dengeyi yakalamasına bağlı.
Erdoğan'ın çevresindeki ekip değişim konusunda iyimser olmanın ipuçlarını veriyor, ancak yenilikleri önerenlerin örgüt içindeki ömürleri ile ilgili iyimser deneyimler de çok fazla değil. Eğer AKP bütün bu değişim ve dönüşüm çalışmalarını uzun dönemli siyasi projeler için ön çalışmalar olarak değerlendirebilirse yakın tarihimizdeki vizyonsuz siyaset (ANAP'ın Özal'lı yılları dışında) kısırdöngüsünü kırabilme potansiyelini de taşıyacak. Bu satırların yazarının olup biten karşısındaki en büyük sıkıntısı solun "ağaç gölgesinde dinlenme" günlerinin ne zaman biteceğine dair umutsuzluğu ve siyasetteki olumlu tavırlara sağdan örnekler bulmak zorunda kalmasıdır.

(Radikal İki 25.05.2003)