Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Toplumsal sorumluluk gösterileri

'Toplumsal sorumluluk' projeleri şirketlerin toplum tarafından onaylanması için seçilen yollardan biri. Şirketlerin kârlarının bir kısmını toplumsal yarar için harcamaları lehlerinde sempati, değer ve bağlılık oluşumuna yardımcı olur. Ne zaman? Doğru proje, doğru yöntemle uygulandığı zaman.
Bazı toplumsal sorumluluk projeleri ise 'gösteri' aracı olmaktan öteye gitmiyor. İki yıldır gösterişli mekanlarda, önemli kişilere sunulan projeler var. Ulusal ve uluslararası ortama taşınıyorlar. İddiaları ise farkındalık yaratmak. Sonra? Çözüm, iyileşme, topluma katkı olarak geri dönüş yok. İhtiyaçlara karşılık gelmeyen projeler şirketlere değer olarak dönmez, bu bir. Çözüm yolları önermeden farkındalık yaratmak tehlikelidir, bu iki.
Doğru projeler yok mu? Var. Sabancı, Koç, Turkcell (Çukurova'dan ayrı algılamayla), Doğuş geri dönüşlü proje araştırmalarında ilk sıralarda. "Aile İçi Şiddete Son" kampanyasıyla kendi medyasında gürültü koparan Doğan Grubu'nun adı bile geçmiyor. Kampanya/proje sokağa indirilmedikçe, şiddet gören kadın, çocuk, (bazen) erkek sayısında, hastanelere, polise gelen rakamlarda düşme saptanmadıkça, proje gösteri aracı olmaktan öteye gitmez. Sonuç getirmeyen, gösteriden ibaret projeler şirketlerin güven ve inandırıcılıklarını sarsar.
Bir toplumsal sorumluluk projesinin mutlaka tüm toplumu hedeflemesi de gerekmez. Eğer kampanya samimi ise yapılması gereken, ölçümü zor bu tür işlerde pastayı dilimlere bölmektir. Bir il, bir ilçe, bir mahalle vs.
Toplumsal sorumluluk projesine şirketi taşıtmaya kalkarsanız proje çöker. Şirketin projeyi taşıması gerekir. Yani topluma katkı sağlamayı amaçlıyorsanız kasaba tüccarı mantığını aşmalısınız.

Papermoon geldi, Beymen gitti

Gözümüz aydın; Papermoon Ankara'ya geldi. Cool olmaya çalışan soğuk bir mekan, bana uymaz. Zorunluluklar dışında gitmem. Bir yemek için ne podyuma çıkmak isterim ne de podyumdakilere bakmak.
Geçen akşam Ankara'ya burun kıvıran İstanbullu dostların davetiyle gittim. Baktım, İstanbul Papermoon'u mesken tutan güzide siyasetçilerimiz burada da yerini almış. Kalabalık. İstanbul karşısında kompleksli olan bir kesim için bulunmaz mekan.
Yemekten sonra kahve içemedim. Masadaki Ankaralı önemli adam orta kahve istedi, "yok" yanıtı aldı. Ben de şansımı "peki şekerli?" diyerek denedim, yanıt aynı. Alışmak zor. İstanbul'dan daha küçük porsiyonlarda olsa bile mantımakarna arası lezzetsiz yemek var, çiğ yesem daha lezzetli olacağından emin olduğum tuhaf mantar var. Türk kahvesi, çay yok. Bende yine bir söylenme halleri.
Neyse, öyle ya da böyle Papermoon Ankara'nın "Ah, İstanbul'da olmak" diye hayıflananlarına göre...
Ama olan Beymen'e olmuş. Papermoon Kavaklıdere'deki en güzel binalardan birinde Beymen'le aynı mekanda. Bir kapıdan girince Beymen kasalarının önünden, bir kapıdan girince kozmetik reyonlarının içinden geçiyoruz. Beymen adeta sokak işportacılarına dönmüş. İmaj aşınmasına devam.
Beymen'in marka konumlandırmasıyla ilgilenenler bilmeli; daha bir ay önce "Beymen'in binası var ya" diye başlayan adres tarifleri Papermoon'a göre yapılmaya başlandı.

Patron değil, iş adamı Ferit Şahenk

Ne zaman bir Ferit Şahenk söyleşisi okusam dikkat kesilirim. Çünkü holding sahibi dendiğinde akla gelen 'patron' profilinin de, imajının da dışındadır. Konuşurken de, iş yapıp sonuç alırken de mütevazı. Cool ama soğuk değil. Klas, ama itici hiç değil.
"Ben var ya ben" diye başlamıyor cümleleri. Ama onu dinleyince onun daha neler yapabileceğini hissediyorsunuz. Babasının onun için değerini, onunla duyduğu gururu Doğuş Holding'in son yıllarda kat ettiği yolda görebilirsiniz. Gündelik olanın ardından gitmiyor. Yeni fikirlerin ardına takılıyor. Ferit Bey'in Dünya Ekonomik Forumu Türkiye Zirvesi'nde "AB ile duraklama yaşanırsa bu dünyanın sonu değildir" yaklaşımı bir özgüvenin ifadesi. AB ile sağlıklı ilişki kurma yolunun iki tarafın da samimi bir diyalog içinde olmasıyla sağlanabileceğini söylemesindeki özgüven ise keşke siyaset adamı olsa dedirtecek cinsten.
Ferit Şahenk'in konferanslara kameralara poz vermek için değil, bilgiyi aramak için katıldığına tanığım. Keşke, Şahenk bu profiliyle gençlerle daha çok birlikte olacağı ortamlar yaratsa, onlara rol model olsa.
Tek kusuru Fenerbahçeli olması, onu da hoş görmek lazım!

Doğmadan ölüyor: Arda

Türkiye'den star çıkmaz. Türk sporundan hiç çıkmaz. Yetenek yokluğundan değil, kafa yokluğundan çıkmaz. Sporcuya olumsuz habere karşı direnç kazandırmazsan, olumlu haberle baş etmeyi öğretmezsen, futbolcuyu medyanın olumlu/olumsuz etkilerine karşı korumaz, onu medyanın önüne atarsan, iyi bir oyundan sonra göklere çıkarılmanın aynı hızla dibe vurma anlamı taşıdığını anlatmazsan, olmaz.
Kariyeri gazetelerdeki sütun-santim haberlere endekslersen, futbolun yalnızca yetenek değil, uzun soluklu ve istikrarlı bir yatırım olduğunu anlatmazsan... "Çabuk ünlü ol, çok para kazan, yarın ne olur belli olmaz" fikrini kafasına sokarsan, daha bluğ çağından çıkamamış çocukları gece hayatının kollarına bırakırsan, Arda gibi olursun.
Arda, Zidane'a mı özenmiş? Trajediye bakın siz. Zidane'ın attığı kafanın ardında kaç yıl var; ne kadar emek, başarı var bilmiyor musunuz? Arda'da hangisi var? Eleştiren haberler bile havaya sokar tarzda. Daha yolun başında şımardığı için gördüğü kırmızı karta üzülen olmadı. Ne acı!
Medyaya değil, medyayla sağlıklı iletişim kuramayan Galatasaray'a ve kendini yönetemeyen Arda'ya kızmak lazım. Bizden star çıkmaz.

Televizyonu iyi kullanan siyasetçi

Geçen hafta Mehmet Ağar'ın televizyon performansını eleştirince siyasetçilerden ve DYP teşkilatından beni destekleyen çok sayıda e-posta ve telefon geldi. Sordular, "Televizyonda kim iyi?"
Yanıtım açık, Başbakan Erdoğan. Öyle her çağırana koşan bir tavrı yok. Gündemine uygun olduğu düşünüldüğünde NTV gibi prestiji yüksek kanallara çıkıyor. Prestiji sorunlu kanallarda ise karşısına halk nezdinde güvenilirliği yüksek (Uğur Dündar gibi) televizyoncu istiyor. Bazen kendi tabanının izlediği televizyonları tercih ediyor. Hatır-gönül görüntüsü de vermiş oluyor.
Erdoğan medya stratejisinde tek başına karar vermiyor. Söyleşi taleplerini ahbap-çavuş ilişkisi içinde değerlendirmiyor. Böyle olunca da beklendiğinden ve hak ettiğinden daha az yıpranıyor.
Diğerleri? Tek tek saymaya gerek yok. Onlar kaderci bir yaklaşım içinde. "Biz bir çıkıp konuşalım sonrasına bakarız" yaklaşımı. Konuşsunlar ve konuşulsunlar da güven ve itibar zedelense de olur. Televizyonu az kullanan Bahçeli'yi ise ayrı tutmak lazım.

Uğur Dündar imajı

Bir süre önce "sizi Uğur Dündar aradı" dediler. Aramaya cevap verinceye kadar işte panik halde aklımdan geçen sorular:
* Acaba mutfağımda hamam böceği mi görüldü?
* Atmaya kıyamadığım gazeteler nedeniyle arkadaşlarım çöp ev ihbarında mı bulundu?
* Bir siyasetçiyle otelden çıkarken mi görüntülendim? (Ah bu otel restoranlarındaki yemekler!)
* Hiçbiri değilmiş. Ama Uğur Dündar'ın zihnimizdeki imajı kendinden emin insanları bile panikletecek kadar sağlam görünüyor.

Aklımda kalan

Mustafa Kemal'in devrimciliğine kanıt istenmesi
Tezi sunan kanıtı kendi koyar ama biz yine de kanıtlayalım. Bir tek harf devrimi bile Mustafa Kemal devrimciliğini kanıtlamaya yeter. Okuma-yazmayı bir zümrenin ayrıcalığından çıkarıp halka yaymasından ve eleştirel düşüncenin önünü açmasından daha iyi devrimcilik mi olur? Mesele kavramlara yüklenen anlam. Devrimcilik ve gericilik kavramlarının anlamı Mustafa Kemal'in karşısında olanlarda yer değiştirmiştir.

Kenan Evren'in şimdiye kadar en kayda değer sözü
Evren, Emel Sayın söylentilerine verdiği yanıtta diyor ki, "Yatağa girince onun eski kocası aklına gelir, benim eski karım. 4 kişi oluruz yatakta." Bunca yıl Evren'in ağzından duyup da keyif aldığım tek cümlesi bu oldu.

(Sabah Gazetesi 26.11.2006)