Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Reklam ajansları siyasette her şeye kadir mi?

Son günlerde siyasi partilerde bir telaş, reklam ajansı arıyorlar.
Hangi parti yöneticisiyle konuşsam ajans sunumunda. Ajanslar bu anlamda üç gruba ayrılıyor: Daha önce siyasal kampanya yapmış olanlar, ilk kez kampanya yapmak isteyenler, bir de taşıdığı risk nedeniyle bu işe hiç bulaşmayıp, tatlı hayatını bozmak istemeyenler.
Bir siyasal parti reklam kampanyası yapmalı mı? Yapmalı. Parti bağlarının zayıfladığı, merkeze yığılmanın arttığı "yeni siyaset"te kampanyaya gereksinimleri var. "Yok aslında birbirinden farkı" düşüncesini farka dönüştürmek için bir gösteri, bir şov gerekiyor. Peki bir reklam kampanyasının sonuçlara etkisi ne derseniz... Söyleyelim. Yüzde 3 ile 7 arasında değişiyor. Yüzde 7 oranında etkili olabilmesi için de kararsızlar çok fazla, kampanya çok iyi tasarlanmış olmalı. Bilmem fark ettiniz mi; bu yüzde 7, aynı zamanda Genç Parti'nin Taran kampanyalı seçiminin sonucu. Ama o kampanya Taran'ın iyi siyasal reklamcı olduğunun değil, iyi reklamcı olduğunun kanıtı.
Birçok siyasetçinin onca ajans sunumundan sonra geldiği noktayı içlerinden birisi şöyle özetledi: Milyarlarca liranın döndüğü bu piyasada bu kafayla bisküvi bile satamazlar aslında.
Demek ki neymiş? Birlikte çalışılacak ajans bulunsa da, umutları yüz yüze iletişimdeki başarıyla beslemeli.

Mumcu'ya da öneriler

Bu "öneriler" başlığı okurlar (özellikle de siyasetçiler) arasında pek tuttu nedense. Bu kez Erkan Mumcu'ya öneriler... Kendisini ANAP Genel Sekreteri olduğu dönemden beri tanırım. Neredeyse 10 yıl.
Mumcu, Türk siyasetinin unutulmaz karakterlerinden birisi olmaya aday. Söylenmesi gerektiğine inanıyorsa söylüyor. Nasıl söylenmesi gerektiğiyle ilgilenmiyor. Söylemindeki doğrudanlık, siyasi söylemin dolambaçlı yollarında itiraz görüyor.
Kararlı. Bir şeyin yapılması gerektiğine inanıyorsa, yapıyor. Alıkoymanız zor. Sonuçlarını göze alıyor. Kızdığında bunu perdelemiyor. Sabırsız.
Kısaca, Mesut Yılmaz hesaplılığının tam tersidir Mumcu.
Mumcu siyaset deneyimini, zekasının kıvraklığını bir potada birleştirecek sağlam bir ekibe kendisini emanet etmeli. Liderin kızgınlığını perdeleyen kişi olduğunu bilmeli. Televizyonda kötü olduğunu da... Artık orta yaşta bir siyasetçi olmasına rağmen hâlâ genç olarak algılanmasını avantaja dönüştürecek yollar bulmalı.
Anavatan'a bakınca gördüğümüz yalnızca Mumcu. Oysa partisinde siyasetin eski, ağır topları var. Mehmet Keçeciler, Edip Safter Gaydalı, Oltan Sungurlu, Kamran İnan gibi. Onları yeniden politikanın vitrininde aktif figürler haline getirebilir.
Lider olarak deneyimli siyasetçilerle genç siyasetçiler arasında sinerji yaratmalı. Bu sinerji Mumcu'yu sağdaki ittifak ya da birleşme arayışlarında güçlü bir konuma getirebilir. Benden söylemesi.

"Aşkınla, birken yüz oluyorum!"

Hayır, kimseye ilanı aşk ettiğim falan yok. Başlık, Altınbaş'ın Mevlana Özel Koleksiyonu "Ritmi Sema"nın 400 özel konuğa gönderdiği davetiyenin metninden. Altınbaş UNESCO'nun 2007'yi Mevlana yılı ilan etmesinden hareketle bir koleksiyon hazırlamış. Koleksiyonun sunumu için bugüne kadar gördüğüm en şık davetiye tasarımlarından birini gerçekleştirmiş. Siyahın doğru kullanıldığında nasıl da görkemli olabileceğini kanıtlamışlar.
Mücevher kılıfından esinlenerek tasarlanan deri zarfı çevreleyen bandın üzerinde şöyle yazıyor: "Aşkınla birken yüz oluyorum, sen sen oldukça senin çevrende/ Ben sen olduktan sonra kendi çevremde dönüyorum." Mevlana'nın "ilahi aşk"ı maddeleşen bir aşka dönüşmüş ama ucuzlamamış. İlahi aşkla yersel (dünyaya ait) aşk arasındaki sevdiğinde kaybolma hali Altınbaş'ı mücevher markaları arasında bir üst sınıfa atlatmış.
Organizasyon Bernaylafem'e ait. İyi iş kendini anlatır, fazla söz gerekmez.

Müşteriyle aynı dili konuş

Hep yazacak iyi iş bulamamaktan yakınırken, bu hafta iki iyi iş birden yazmaktan keyifliyim. Biri Altınbaş'ın davetiyesiydi. Diğeri Almanya'dan geldi.
Almanya'daki Türkler'i kazanmak için Deutsche Bank'ın (DB) başlattığı "Bankamız" projesinin sorumlusu Christmann, "Ekonomik uyum kültürel uyumun ön koşuludur" diyor. Konsepti oluştururken Türk gençlerinden yararlanmışlar. Türk müşteriler için nazar boncuklu banka kartı ve araba anahtarlığı, çay ve Türk mezeleri temaları kullanılıyor. Hesap açtıran Türkler'e 4 büyük kulübün formalarını dağıtıyorlar. Tam bizlik...
Projenin web sayfasını açtığınızda (www.bankamiz.de) sizi ince belli bardakta demli bir çay fotoğrafı karşılıyor, DB'nin logosuyla. Konseptindeki gibi "sizinle aynı dili konuşan banka" duygusunu yaşıyorsunuz. Bir projenin başarısı hedef kitleyle aynı dili paylaşmasında yatar. "Bankamız" iyi projenin müşteriyi yüreğinden yakalayacağının örneği. Kanıt ise DB'nin projenin uygulandığı şube sayısını 13'ten 24'e çıkarma kararı.

Maçoluk iki tokat meselesi değil!

Demet Akalın boşandığı eşi için "Belki iki tokat atsaydı otururdum. Biraz maçoluk istiyorum" dedi ya, ortalık karıştı. Kimi feminist pencereden baktı, kimi ilk kez duyuyormuş gibi ukalalık yaptı.
Demet Akalın aslında pek çok kadının psikolojisini analiz etmek için bir anahtar sundu. Kadınlar maço sever klişesinin arkasına bakmak lazım.
Maço sevmenin zayıf kişilik ve zavallılıkla ilgisi vardır ancak sanıldığı kadar değildir.
Kadın erkekten maçoluk isterken düşündüğü kendisidir. Maço adam direktifleriyle kadının hayatını kolaylaştırır. Maço, kadının bitmek bilmez kararsızlığını ve kafa karışıklığını bitiriverir. Kadına "yapma!" dediğinde kadın onu yapmaz. Sonra sonuç iyi olmazsa sen yapma dedin ondan oldu diye savunma mekanizmasının alt yapısını hazırlar. Ne giyeceğim azabının sonudur, ne giyemeyeceğinin söylenmesi.
Yoksa her maço seven kadın mazoşist demek değildir. Onu çeken, hayatın direksiyonunu maçoya bırakmanın konforudur. Hayatın iletişimini başkasına yöneltmektir. Bu konuda maço olmayı beceremeyen Hıncal Uluç bana katılır herhalde.

Meclis'e girmek için erkek olmak şart!

KADER (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) siyasette kadına yer açmak için bir kampanya başlattı. KADER daha önceki seçimde de kampanya düzenledi. Olmadı. Yine olmaz. Kampanya görsellerindeki kadına bıyık çizmekle olmaz. Ben bu ironik kampanya dilinden pek hoşlanmam. İroni (tersten ifade) insanları zorlar.
Kampanya amaca hizmet etmeyecek. Görsel dil yanlış. Erkekler dünyasında yer açmak için erkeklere özel simgelerden yararlanmak doğru değil. Fikir de erkeklerinmiş zaten. Kampanyanın taşıyıcı sorusu da hatalı. "Meclis'e girmek için erkek olmak şart mı?" diye sorarsanız alacağınız yanıt yüzde 51 "şart" olur. İletişim yönetiminde soru sorma biçiminiz yanıtın belirlenmesinde rol oynar.
Dahası partiler yüzde 10-30 arasında kadın siyasetçiler için kota koyuyor. Kadınlar siyasette yer almak istiyor. Öyleyse bu arz ve talep birbirine denk gelmiyorsa sorun fırsatlarda değil, süreçlerdedir. Yapılması gereken, süreç yönetimine müdahil olmaktır.

Aklımda kalan

Telsim-Vodafone kullanmak için ya erkek olacaksın ya da lezbiyen - Gazetelerde yer alan reklamlarında okura, dedesini, kuzenini, annesini, kankasını gösteriyorlar. Dikkatinizi çekmiştir, bir de sevgilisi gösteriliyor. Sevgili bir kadın. Reklam okuru (hedef) erkek olarak konumlanmış, düşük ihtimal lezbiyen olarak! Bir de asker arkadaş var. Sonraki günleri bekledim; sevgilinin erkek olduğu bir başka reklam daha koyup cinsiyet eşitliğini sağlayacaklar mı diye. Sağlamadılar. Ya hizmetlerinden kadınları dışladılar ya da Vodafone bu kadar kısa sürede maskülen kabımızın şeklini aldı.

Reklam Masası - Pazar günleri Fox TV'de reklam dünyasını konu eden bir program var: Reklam Masası... Program hem konu başlıkları hem de çekim mekanları açısından dinamik. Görsel dili farklı. Program başlıkları markaya, yarına, reklama, onun kampanyalarına, ajansa foxlanmakla ilişkilendirilmiş. Ben en çok "Yarına Fox" başlıklı bölümü sevdim. Reklam dünyasında olacaklara dair olanlardan yola çıkıyor. Ufuk açıyor.

(Sabah Gazetesi 18.03.2007)