Nuran YILDIZ

EGO SORUNLU KÖŞE YAZARLARI BU TUZAĞA DÜŞER!

----- 02.12.2009 - 00:01 -----

Başbakan durup dururken dün, grup toplantısında, köşe yazarlarına neden savaş açtı? Neden gerek duydu?

Zaten köşe yazarları meselelerinin bir kısmı kendisinin bilgisi dahilinde, bir kısmı bilgisi dışında danışmanların kendini Başbakana vekil tayin etmesiyle medya sahiplerine bir haber salınarak çözülmüyor muydu?

İşine gelmeyenler ayıklanıyor, gücüne yetişilemeyenlere ıkınıp sıkılıp katlanılmıyor muydu? Bir kısmı zararsız, sayıca çok olan kısmı hazır olda beklemiyor muydu? Nereden çıktı şimdi bu köşe yazarlarına sataşma işi?

Neden ama neden Mehmet Tezkan’ın Milliyet’teki köşesindeki gayet de mutedil (ki kendisinin daha sert yazıları vardır) bir yazısını hedefe koyarak Başbakan yeni ve yapay bir tartışma açtı?

Hem de Tezkan dünkü köşesinde “Sen de çok konuşma” demediği halde.

Hem de doğrudan Başbakanı hedef almak yerine “siyasetçi” vurgusuyla genellediği halde.

Hem de sadece ve sadece “Siyasetçinin çok konuşanı mı az konuşanı mı kıymetli?” sorusunu okura yönelttiği halde…

Oysa ben yazıyorum. Yıllardır. “Erdoğan çok konuşuyor, çok.” diyorum. (Bakınız 21.10.2009 tarihli yazı).

Mehmet Tezkan benim kadar keskin ve doğrudan bile söylemiyor, kibar kibar dokunduruyor; “siyasetçi konuşmayınca bayram ne de güzel geçti” diyor.

Belli ki Başbakanın derdi kavga çıkarmak. Belli ki derdi ortalığı karıştırmak.

Öyle olunca da işgillenmemek elde değil. Acaba bu aralar kendisine muhalif köşe yazarlarının gözünden kaçmasını istediği bir durum mu var?

Öyle değilse köşe yazarlarını meşgul etmenin en kestirme yolunu ne diye seçsin ki?
Ne diye grupta “Sipariş yazı yazıyorsun” desin?

Ne diye “Sen hiç yazmasan ülke huzurlu olacak” desin?

Ne diye “Yarım saatte köşe yazıyorsun, yarım saatte köşe mi yazılır?” diyerek bir yığın imayı içinde barındıran cümleyi sarfetsin?

Daha çok şey dedi de, ateşe benzin dökmek istemem.
Bu işin altında bir iş var, benden söylemesi. Bizim egosu yüksek köşe yazarları bu tuzağa düşer mi? Düşer.

BİNDİĞİ DALI KESME GELENEĞİ

Bir Hakan Gündüz dinleyicisiyim. Ne demek istediğimi Hakan Gündüz dinleyicileri anlar. Kendileri radyo dj’liği işine sınıf atlatmış, sözü üstüne söz söylenemeyecek (arada bir Murat Yeşilbursa kalkışsa da) bir zat.

Sanırım Türkiye radyolarının en çok dinlenen, en fanatik, en ayakları yere basan uçuk “mikrofonuyla dövüşen adamı”. Eskiden mikrofonuyla sevişiyordu da RTÜK yasakladı. Yasaklamak için pozisyonu hayal etmiş olmaları lazım. Demek ki etmişler.

Sabahın körü (07.00-10.00 arası) Hakan Gündüz dinlerken yüzünde beliren gülümseme nedeniyle çevre arabalardan deli muamelesi görmüş pek çok dinleyicisi var bildiğim. Ne de olsa asık yüzler ülkesi burası.

Beyefendi çok dinleniyor ya (bu yüzden fazlasıyla şımarık), sayısız sponsor talepleri geliyor olmalı programına. Ne güzel! Program bu ara “info”dan geçilmiyor. Program eskiden reklam arası Hakan Gündüz’dü, şimdi “info” arası Hakan Gündüz oldu.

Bir dinleyici olarak “info”suz Hakan Gündüz istiyorum. Bir iletişimci olarak ise radyo yöneticilerine bir uyarıda bulunmam lazım: Radyo dinleyicisi en ürkek “izlerkitle” grubudur. Hafif sıkıldı mı uçar gider. 3 saat dinleyiciyi radyonuzda tutmayı başaran bir süper radyocunuz var. Müthiş bir uyku açıcı programınız var. Ne diye bir Türk geleneği olan “bindiğiniz dalı kesme” hevesiniz var? Neden örneğin salı günleri önce Posta Gazetesi, sonra arabam.com’la dolduruyorsunuz programı? “Info” etiketiyle.

Hadi Posta Gazetesi Haydar Dümen vs. ile Hakan Gündüz’e pas verebiliyor ama arabam.com herkesi fazlasıyla sıkıyor. Bir programa fazla yüklenmek o programı riske etmek anlamına da gelebilir. Dinleyici “Hakan Gündüz’ümüzü istiyoruz kampanyası” açabilir.

Sabah sabah biz İstanbul dışındaki dinleyicilere Murat Kazanasmaz’lı yol durumu bile fazlayken üstelik.

AKLIMDA KALAN

“Düğün salonuna bakma arkasına bak” düşüncesi: İsmet İnönü’nün Sivas’ta ailesiyle yaşadığı, daha sonra da “İnönü Müzesi” olan bina düğün salonu olmuş. Dilim varsa, yüreğim kaldırsa “iyi olmuş” diyeceğim. “İyi olmuş, ülkemin durumunu özetleyen daha karikatürize bir örnek olamazdı” diyeceğim. Bütün Batılı ülkeler toplumu bir arada tutabilmek için yapay simgeler üretirken, bilmem kim, şuraya giderken bu duvara dokundu diyerek duvar etrafı çevirirken, bizimkiler koskoca bir tarihin üzerinde hüdaydadan miskete göbek atıp horon tepecekler. Tepsinler. Burada mesele bir binanın düğün salonu olması değil. Mesele o binanın simgelediği değerlere (mesela “milli şef”, mesela “resmi tarih”, mesela “tarih bilinci”, mesela “ulus devlet”) ait imajların, üzerinde iki göbek atılacak bir zemine indirgenmesi meselesi.